Katil ve Maktül
Sonbahar dalların son yapraklarını da döküp, rüzgarlarında savurmuştu...
Ağaçlar öyle çıplak dururken, İstanbul farklı bir mevsime hazırlanıyordu...
Dışarıda kar taneleri gökten dans ederek inip, tüm şehrin renklerini silmeye calışırken...
...Üsküdar'da ellerini ısıtmak için mantosunun ceplerine saklamış genç bir kız duruyordu, heyecanla birşey bekliyor olsa gerekti ki hareketleri onu ele veriyordu.
En sevdiği ayı ona soracak olsalardı cevabı "Kasım" olurdu kuşkusuz; Ancak Kasım onun için sırf bir ay değildi, daha ziyade duygularının tablosu, yaşam sebebi, onca ilkbaharlara, yazlara katlanma nedeniydi...
Omuzunda bir el hissetti. Dokunuşu tanıdıktı. Tanımamak ne mümkün? Fazlasıyla ürkek, bir o kadar da sahiplenici. Hiç tereddüt etmeden omuzundaki ele dokundu soğuk elleri. Parmak uçlarıyla üstünde gezindikten sonra, sımsıkı avuçladı. Güneşte eriyen kar taneleri gibi birbirine karışmıştı parmakları...
Bir müddet İstanbul böyle bir huzur tablosuna şahit olduktan sonra, o an üstlerinden kız kulesıne doğru uçan martıların alaylı sesleri tarafından bölündü...
Yüzünü döndü; Önünde genç bir adam duruyordu. Görmeyeli fazla olmamıştı. İki, üç ay belki. Ama ona bir asır kadar uzakta gibiydi son buluşmaları...
Çok düşündü, çok sevdi, çok ağladı, çok nefret etti, çok suçluluk hissetti, sonra yine sevdi;
Yine çok düşündü, bu sefer daha çok sevdi, daha çok ağladı, daha çok nefret etti ve kendisini daha suçlu hissetti...
Sonra düşünmemeye karar verdi; Bu sefer sustu, sonra daha da çok düşünmeye başladı, daha da çok sevdi, daha da çok ağladı, daha da çok nefret etti, daha da çok suçluluk hissetti...ve yine sevdi...
Gece yarıları herkesten gizli buzdolabın kapağını açarak ustaca tasarlanmış bir ain çerçevesinde canavarca yalnızlığı son kemiğine kadar kemirerek, içine tıkayıp, yuttuktan sonra, on, belki de onbeş dakikaya kadar kusuyordu yalnızlık kelimesini oluşturan tüm harfleri...Daha sonra da geriye kalan içindekileri...
Bulimiaymış hastalığının adı; Tabii bu durumun hastalık olduğunu kabul etseydi...
Genç adamın gözlerine baktı. Gözleri suçlu bakiyordu. Bir cinayete tanık olmanın suçu değil de, cinayetin cünhakarının ta kendisi olduğunu itiraf eder gibiydi; İlk başta kendisine...
Tüm bunların artık birşey ifade etmediğini hissediyordu genç kız. Onun ona çiçek getirmemesi de, ya da hayalindeki gibi diz üstüne çökmüs bir kırmızı kadife kutusundan pırlanta yüzüğü çıkarıp, kız kulesinin muazzam güzelliği eşliğinde ona evlenme teklifi etmemesi bile...
O artık herşeyden vazgeçmişti. İlk başta hayırlısından, daha sonra da hayırsızından...
Ona gözlerini yumarak sarıldı. Gözlerini açtığında yanında kimse yoktu. Etrafa saçılan kar taneleri bir an için yeri süslemiş olsa da, aldatıcı sonbahar güneşinin altında firar eder gibi erimeye başlamıştı bile...
İşte o an ölmek istedi. Unutulmak için değil de, tekrar hatırlanmak için belki...
Yasemin Göker
Sizi uzun zamandır takip ediyorum fakat bu yazı tüm yazılarınızın beraberinde en çok beğendiğim oldu. Nasıl bir ruh hali bu nasıl güzel. Yüreğinize sağlık...
YanıtlaSilKasım ayına az kaldı :) her mevsimin ayrı bir güzelliği var bizi etkileyen yaşadığımız olaylar :)
YanıtlaSilyazılarınızı henüz yeni fark edebildim ve çok şey kaçırdığımın farkına vardım.hepsini bir solukta okumak istiyorum :)
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim. :)
Sil