27 Ocak 2013 Pazar

Renksiz

Renksiz


Eskilerde kalmış siyah beyaz bir filmden alıntı bir kare olabilirdi o an...
Herşey rengini yitirmişken, siyahın envai çeşit tonlarını ayırabilmektir yalnızlığın tanımı.
Nitekim hiçbir zaman saf karanlık değildi içinde bulunduğu. Bunun ürküten cinsinin yanısıra, huzur veren cinsi de vardı bazen. Lakin çevremizdekileri şekillendiren düşüncelerimizken, o hep yüreğine hançeri saplayan cinsi seçmiştir...

Yağmurlu bir Pazar günüydü. Yağmurları severdi de, Pazarları hiç sevemedi.  Zira ona özlemeyi hatırlatan bir gündü; Hayatında eksik, yüreğinde fazla olan herşeyi...

Mutfağın penceresi önünde oturmuş, yaldızlı kahve fincanını ters çevirip, tabağın üstüne koyarken, içinden bir dilek geçirdi; Ne olur, ne olmaz. Fallara inanmazdı aslında, fakat yorumlara göre degişebiliyordu bu durum. Öylece durdu biraz.
Saatin ibresi saniyeden saniyeye ilerliyordu. Kendisi doğru zamanı beklerken, zamanın onu beklememe ihtimalinin telaşına kapıldı yüreği ansızın. Birden huzursuz bir şekilde yerinden fırlarken, "Boşver" dedi korkularını yassıltacak kadar sesli, fakat kendisiyle konuşmanın tuhaflığını örtecek kadar sessiz.
Kahve fincanını henüz açmadan titrek elleriyle musluğun altına tutup, yıkadı ivedilikle. Masada bıraktığı su bardağını da almak üzere, fincanı lavaboya bıraktı, musluğu kapatmadan. İçi suyla dolup taşarken, boğulacak gibiydi içinde gizleyip, terkettiği tüm hayalleri. Su bardağın elinden kaymasından korkuyor olsa gerekti ki, fazla sıkarken elinde parçalarını buldu bir an. Cam kırıkların parmaklarına batıp, kanatmasıyla beraber yere yığılıp, hıçkırıklarıyla boğulurcasına ağlamaya başladı; Lakin bardağın değil de, kendi yüreğinin paramparça olmasına...
 
Hayat ona neyi layık görmediyse inatla yaşamaya çalışmışmışlığın bedelini ödüyordu belki de; Hem de en ağır biçimde...

Yasemin Göker