26 Aralık 2012 Çarşamba

Sözyaşlarım

Sözyaşlarım

"Ah bu hayat bir podyum olsa, seyircileri de dilsiz olsa, hiçbir şeye aldırmazdı salkım saçak yüreği; Onun küçücük bir dünyası olsa, adı da İstanbul konulsa, gerçek olurdu bütün hayalleri"

Gelinliğini giymiş yedi tepeli şehrin mücevheleri parıl parıl parlıyordu yıldızsız karanlıkta; çığrından çıkmış kar tanelerini sayarak, kendisini uyutmaya çalışıyordu kışın ortasında.
O bugün huysuzdu, mutsuzdu. Duvağını yere atıp, siyah saçlarını savurdu.
Ruju dudaklarından silinmiş, yaşları pembe yanağına inmiş.
Aynaya baktı, gülümsedi. Bu gece dağıtmak istedi kendisini...
İstanbul bugün terkedilmiş gibiydi nikah masasında; Kalbi kırık, intikam peşinde, insancıkları teşhir ediyordu hayat tezgahında...

Devir yüreksizlerin devriydi. Hiç birileri hiçbirşeye aldırış etmezken, şükretmeyi çoktan unutmuşlardı belki. Gözlerinin görmesi neye yarardı ki kör olmuş bir ruhun? Bu yüzdendi doğruya çıkmaz yollar, bağıran yalanların kahkahası eşliğinde yok olan bir umudun... İnsanlar şeffaf değildi ki içindeki rengini bilesin; Ve nitekim hiçbir zaman bu kadar zor olmamıştı yürümek bu yaşam serüveninde...


Kızartılmış kestanelerin kokusuyla karışımıştı soğuk rüzgar. Pembe atkılı kız İstiklal'den yürürken asağı, adımları hızlanıp, karışıyordu pusula bildiği kalp sesine. Üşüyen avuçlarını dua edercesine göğe açarken, içine bir kar tanesi kondu. Tuhaftı, lakin oydu yüreğini ısıtmaya başlayan.

Bu gece onun sözyaşları vardı. Ne gözden damlayan bir yaş kadar cesur, ne de dilden dökülen basit bir söz kadar ürkek...

Ya hep ya hiç! Yaşam marjinaldi onun için. Bu yüzdendi hep varolma çabaları, yokolmaya mahkum olan hi
çlikler içinde. Ve insanlar bilemezdi ki herşeye rağmen var olmanın kolaylığını, hala hiçbirşeye rağmen var olmaya çalışan yürekler varken; Nitekim olması gerekenler olmuşken, o da yapması gerekenleri yapmıştı artık... 

Ve o bugün çok üzüldü; Kalbinden sildiği her insana. En çok bundan sonra onları düşünecek hiç kimseleri kalmadığına. Bir veda şarkısı vardı kırmızı dudaklarını süsleyip, yol boyunca kar tanelerine fısıldadığı. "Hoşçakal" dı galiba son sözleri, böyle bir ayrılığa yakıştırdığı...
 

Ve gece yavaş yavaş çekerken elini şehrin üstünden, gün doğmaya başlıyordu yeniden...

"Ah İstanbul, ayarın yok muydu senin? Belki de cazibendir senin bu dengesizliğin..."


Yasemin Göker/En sevdiğim şehire ithafen